Kehanet, durugörü ya da uzaktangörünün halk adlandırmasıdır. Anlamına bakıldığında; geçmiş veya gelecekte, bir kimsenin kimliği, yeri hakkında bilgi edinmeyi amaçlayan ve ilgili bilgiyi, hiç bir bilinen duyusal girdi (görme, işitme...) organını kullanmadan edinmektir. Yani görmeden, okumadan, işitmeden, dokunma olmadan... Kehanet bir çok yerde yer almasına karşın, bizim kullanımımız daha çok öngörüdür. Daha çok öngörü denen şey, PREMONITION (Latince praemonēre, ön: prae-, pre- + monēre, tehlike) denilen şeydir. Sıklıkla gelecekteki bir OLAYIN ve TEHLİKENİN algılanmasıdır. Bu tehlikenin algılanması DURUGÖRÜ ile ya da RÜYALARLA olabilir. Aslında bazen bu PRECOGNITION (Latince præ-, “den önce,” + cognitio, “bilgisine ulaşmak”) olarak da adlandılır. PRECOGNITION, tehlikeli olay, nötral bir olay ya da güzel bir olayla ilgili olabilir. PREMONITION ise daha sınırlı bir anlamı vardır ve gelecek tehliklerini öngörü ya da sezmenin özel adıdır.
Öngörü, kişilerle ilgili olabileceği gibi olaylarla (gelecekteki toplumsal ya da doğa olayları) ilgili de olabilir. Kehanette bulunma yeteneği olan bir çok kişi, medyum-falcı-kahin olarak adlandırılmasına karşın, bu isimlendirmeler, konunun yanlış anlaşılması veya yanlış amaçlar için kullanılmasından dolayı olumsuz anlamlar da içerir. Bu nedenle biz bunları "durugörü/uzaktangörü", görenlere de "durugörür-durugörücü" adını veriyoruz.
Tehlikeleri önceden sezme konusunda kişisel tecrübeler yaşamış olabilirsiniz. Ama büyük kazalardan önce, çok kişi tarafından sezinleme durumlarının tarihte örnekleri çoktur. Örneğin; Titanik gemisine kayıtlı yolcuların sadece %58’i binmiştir. Binmeyenlerin bir çok farklı gerekçesi olmasına karşın, bu kişilerde bazıları, verdikleri o kadar çok paraya karşın, gemiye binmemişlerdir. Kayıt edilen ve tehlike öngörülerini paylaşan 19 kişi tespit edilmiştir. Bu kişiler kazadan iki hafta kadar önce facia ile ilgili rüya ya da sezgiler hissetmişlerdir. İşin belki de en ilginç yanı, Titanik kazasından 14 yıl önce yazılan ve Titan adlı bir romanda, Kuzay Atlantikte, buz dağına çarparak batan gemiden bahsedilir. Titan romanı ile Titanik’in gerçek öyküsü arasında şaşılacak benzerlikler vardır. Geminin büyüklüğü, yeterli can yeleği olmaması ve baca sayısı da dahil olmak üzere.
Bunların dışında, göreceğiniz üzere, bir çok örnekler vardır tarihte. Hem bireysel hem de toplumsal. Amacımız, bireysel tehlike öngörülerini bir araya getirerek anlamaya çalışmak ve insanlarımızın toplumsal bilinçaltlarını kayıt altına almaktır.
Durugörü/uzaktangörü ya da sezgisel bilgi hakkında yapılan BİLİMSEL yöntemlere sıkı uyan çalışmaları ve hatta meta-analizleri okumadan, konuyla ilgili bilimsel hiç bir kitap bile okumadan, BİLİMSEL DEĞİL demek, bilim insanı olarak geçinen kişilere yakışmaz. BİLİMSEL DEĞİL demek için, konu hakkında ÖĞRENİLMESİ ve OKUNMASI gereken temel bilgileri okumak ya da DOĞRUDAN KONU ÜZERİNDE ARAŞTIRMA yaparak BİLİMSEL DEĞİL deme hakkı doğabilir. Yoksa, diğer bilim dalları (fizik, matematik, psikiyatri, psikoloji, nöroloji) içinde haps olarak ve onların verdiği gözlüğü kullanarak BİLİMSEL DEĞİL-GELECEK BİLİNEMEZ demek, eksik bilgi ile konuşmaktır, 1800'lü yıllardan beri yapılan, binlerce çalışmayı görmemezlikten gelmek ve haksızlık etmektir.
Bu diğer bilim insanlarının baskısından korkma, araştırma desteği almaktan korkma, var olan ve öğrettiği klasik bilgi ile çatışmasından kokmaya bağlı olabilir. Her gün öğrencilerine, “klasik fizik yasaları”nı anlatan bir akademisyen, elbette “gelecek bilinemezdir” diyecektir. Ancak, işin içine biraz kuantum fiziği ve görelilik sokulduğunda ise “gelecek belki bilinebilirdir” der duruma gelecektir. Statükoculuktan uzak kalmak ve bilimin tarihsel syerine bakrak hep bir açık kapı bırakmak gereklidir. Sonuçta şu an ki bilim “nihai” bilgi değildir ve geçici bir bilgidir. |