Bilimadamları aranıyor: Wanted!
S. Mehmet Temizel tarafından yazıldı.   

Öne sürülen her teorinin eksik ya da kabul edilebilir yönleri vardır. Ancak, bilimin kabul edilmiş geleneksel anlayışlarına karşı çıkan teoriler, her zaman ciddi dirençle karşılaşırlar. Buna ideolojik anlayışları da ekleyebiliriz. Oysa bilim dünyasındaki ilerlemeler, yeni teorileri araştırmakla mümkün olmaktadır. Paranormal fenomenlerin deneysel sonuçlarının, mistik unsurları çağrıştırmasını gözönüne alarak, bu araştırmaları yok saymak ne bilime ne de insanlığa fayda sağlar. Eğer doğa, belli şartlar altında oluştuğuna inandığımız kurallarımızı, “anormallik” gösterip çiğniyor ise, bunun da bilimsel ifadesini ortaya koymak zorundayız. Bilimsel kuralımıza, denklemimize uymuyor veya geçerli kuralı bulamıyoruz diye, potansiyel devrim taşıyabilecek bir anomaliyi yok sayamayız. Belki karşılaştığımız anomali yeni bir denklemin habercisidir.

Parapsikolojinin temel ilgi alanı “psi”nin var olup-olmadığı ve ölümden sonra bilinç/kişilik/bellek/hafızanın devam edip etmediğinin araştırılmasıdır. Psi, temel olarak alıcı psi ve verici/etki eden psi olarak iki gruba ayrılır. Alıcı psi; duyular dışı algı, zihin-zihin algısı (telepati), uzaktangörü (remote viewing), zihin-dış dünya algısı olan durugörü (clairvoyance) olarak; verici/etki eden psi ise, zihnin dış dünyaya ya da madde üzerine etkisi psikokinezi olarak tanımlanmaktadır. Psi fenomenleri, başka bir sınıflamayla zaman ve mekândaki ilişkilerine göre de gruplanabilir. Zamansal boyutta, geçmişte kalan nesnenin yaşanmışlıklarına ulaşıldığını ima eden “psikometri yeteneği” sergileyen kişiler olduğu gibi; ölen kişinin belleğine ulaşıldığını gösteren ve reenkarnasyon vakaları olarak sınıflandırılan binlerce kayıt altına alınmış örnek vardır. Reenkarnasyon vakalarının, ölümden sonra tekrar doğuşu ispatlamadığına inansak bile; en azından, ölen kişinin devam eden belleğinin, doğan bir başka çocukta ortaya çıktığını ima etmektedir. Sadece bu ima bile, bilinen uzay-zaman algısının ötesindedir ve dikkate alınmayı gerektirir.

Mekânsal bakıldığında, ise zihin-zihin bağlantısı (telepati) ve uzaktangörü (remote viewing) şeklinde gruplama yapılabilir. Bunlara ek olarak ölüme yakın deneyimler ve beden dışı deneyimler de zaman-mekân anomalisi olarak dikkate alınmalıdır. Beynin duyular dışı algılamasına karşın, bilincin/zihnin dış dünyaya etkisi de farklı şekillerde tezahür edebilmektedir. Mesela bunlar kaşık bükme, mekanik zarları etkileme ve rastlantısal sayı üreteçlerini etkileme şeklinde olabileceği gibi, biyolojik yapılara etki şeklinde de ortaya çıkmaktadır. Bütün bu başlıkları, ayrı ayrı incelemek yerine, zihnin/bilincin uzay-zaman sınırlamaları dışına taşan anomaliler olarak ele alınmalı ve hepsi büyük bir “holistik teori” içerisinde incelenmelidirler. Bilimadamları her ne kadar inanmasa da, bu vakaların bazılarında anlatılanların doğrulukları ispatlanmıştır. Bilimadamları en azından şu soruyu sormalıdırlar: “Öldükten sonra bilincimize/belleğimize ne oluyor?” Zamanda “olmamış geleceğin bilinmesini” ima eden önsezi (premonition) ya da durugörü (clairvoyance) olarak adlandırılan binlerce vaka örnekleri ve bilimsel çalışmalar neden önemsenmiyor?

Ama dolaylı kanıtlarla ortaya konmasına rağmen, kendileri doğrudan tespit edilemeyen, gravitation ve nötrinoların varoldukları tartışmasız kabul edilmektedir. Mesela 200.000 denemede ancak 2 kez tespit edilebilen “omega-minus” parçacığından kimse şüphelenmemektedir. Buna karşın, parapsikolojik fenomenler az sayıda olsalar da, bu tespitlerden çok daha sık ortaya çıkmaktadırlar. Tıpta milyonda bir gözüken vaka sunumları sürekli yapılmaktadır. İstisna özellikler gösteren vaka sunumları, normal kabul edilen ölçütlerden ne kadar uç sapmalar gösterse de, bilimsel bilgi olarak bunlardan yararlanılmaktadır. Kafatası içine hapsedilen bilincin/zihnin, bazı durumlarda dışarıya uzanabildiği, sızabildiği veya uzay-zaman sınırlamalarının ötesine geçebildiği konusunda birçok vaka örnekleri vardır. Sıradışı örnekleri sergileyebilen kişileri hokkabaz, illüzyonist vs olarak nitelendirmeden, bu mekanizmayı anlamaya çalışmak gerekmektedir.

Kuantum mekaniğindeki, entenglement/dolaşıklık ve non-locality/yerel olmama, fizikteki ışığı kütle çekiminin bükmesi, düz mantıkla çalışan akılları zorlayan, ama kanıtlanmış gerçeklerdir. Diğer yandan bilimsel fizik dergileri ve arşivlerinde deneysel dayanakları olmayan, bilim kurguya daha yakın gözüken konular hakkında, yüzlerce teorik makale yayınlanmaktadır. Bunlar arasında “membrane theory”, “D-brane”, “her şeyin teorisi”, “solucan delikleri”, “sicim teorisi”, “superluminal iletişim” ve takyonlar, sayılabilir. Bunlar, birçok fizikçi tarafından fizik biliminin kapsama alanında düşünülmekte ve en azından saldırgan bir tavırla karşı çıkılmamaktadır. Ama söz konusu “parapsikoloji” olunca, şiddetle bilim dünyasından dışlanmaktadır. Paranormal olayları yakından araştıranlar, binlerce örneğin giderek artan bir sayıda çoğaldığının farkındadırlar. Bu da insanlığın gelecekte farklı bir anlayışa hazırlandığını bizlere işaret etmektedir. Son 20 yıldır özellikle bilincin madde üzerindeki etkisi ve duyular-dışı algılama konularında yapılan araştırmaların sonuçlarını değerlendiren “katı” fizik/bilim çevrelerinin yaptığı yaklaşım, ya görmezlikten gelme ya da aşağılamadır. Daha iyi niyetli görünenler ise, çalışmaların yöntemlerini yanlış, taraf tutulmuş, sonuçları yanlış değerlendirmiş veya istatistiksel olarak yeterince anlamlı bulmamışlardır. Hatta karşıt görüşler o kadar ileri gitmiştir ki, istatistiki anlamda % 95 güven aralığındaki “p-değeri” sınırını, zihin-madde üzerindeki araştırmalarda değiştirilmesi bile önerilmiştir. Mesela, kalp krizi geçirmemek için aynı p-değerine dayanarak aspirin kullanılması kanıtla önerilirken, zihin-madde etkisi araştırmalarında aynı istatistiksel etki, yetersiz bulunmaktadır. Bu güçlü karşı çıkışlar, aslında inanç değiştirme korkusunun bir yansımasıdır. İstatistiksel değerin aralığını daraltmak, tek tek ortaya çıkan anomali vakalarını anlamsızlaştırabilir mi? Bir kişi size bir domuzu olduğunu ve konuştuğunu söylese ve birlikte domuzu görmeye gittiğinizde gerçekten konuştuğuna tanık olsanız. Bu kişiye: “P-değerini hesaplamam lazım, başka konuşan domuzlar olmadan inanmam der misiniz?” Aslında yapılması gereken, altındaki biyolojik temeli ve hangi değişkenlerin domuzun konuşmasını sağladığını anlamaya çalışmaktır.

Ayrıca parapsikoloji başlığı altındaki araştırmalar, öne çıkan ve etkileri olabilecek bilimsel dergilerde önyargıyla görünmez/gizli sansür uygulanmakta ve yayınlanmamaktadır. Hiçbir kurum ya da kuruluşun, konunun araştırılması için mali destek sağlamadığının yanısıra, parapsikolojiyle uğraşan kişilere de “delilik sınırında/anormal kişi” olarak bakılmaktadır. Oysa delilik ile dâhilik arasında ince bir çizgi olduğunun örnekleri bilim tarihinde hayli fazladır. Gaye, bilim kurallar dâhilinde sistematik bir bilgi üretmek ise, konuyla uğraşan ve dışlanan araştırmacılar da işte bunu yapmaktadırlar. Kişisel inancımız ne olur ise olsun, kanıtlar ve bilgi en derin inançlarımızla çatışsa bile, cesaret göstermeliyiz ve doğrunun peşinden gitmeliyiz. Nitekim XIX. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren bu yazıda konu edilen araştırmalara ilgi gösteren bazı bilimadamları cesaret göstermişler ve bilim tarihindeki saygın yerlerini almışlardır. Örneğin, Dr. Jean-Martin Charcot (1825-1893), Dr. (Robert) Charles Richet (1850-1935), Sir Oliver Joseph Lodge (1851-1940), Dr. Alexis Carrel (1873-1944), Cesare Lombrose (1835-1909), George Nugent Merle Tyrrell (1879-1952), Nicolas Camille Flammarion (1842-1925) ve Sir William Crookes (1832-1919) bunlardan sadece birkaçıdır. Aralarında Henri Bergson (1859-1941), Sir Joseph John Thomson (1856-1940) ve John Strutt Rayleigh (1842-1919) gibi çeşitli dallarda “Nobel Ödülü” kazanmış olanları dahi vardır. Eğer, tüm bu araştırmacıların adlarını ve üzerinde çalıştıkları psişik konuları özetleyecek olursak, kalınca bir kitabı doldurduğunu hayretle görürüz.

Yukarıdan beri ifade edilmeye çalışılan tüm önyargılar, spiritüel bilgileri hayal mahsulü sayarken, parapsikolojiyi de bilim dışı görmektedir. Türkiye’de 1940’lı yıllarda spiritüalist felsefeyi ciddi olarak ilk ele alan Dr. Bedri Ruhselman, geliştirdiği neo-spiritüalist görüşün, bilimsel zeminde araştırılmasını istemişti. Aynı ideali 1960’lı yıllarda Dr. Ferhan Erkey de savunmuştu. Birkaç kişinin daha adını sayabiliriz, ama ülkemizde hiçbir zaman parapsikoloji konusunda bilimsel çalışma yapılamamıştır. Batıdaki örneklerde olduğu gibi, çeşitli bilim dallarına mensup araştırmacıların deneysel çalışmalarına şiddetle ihtiyaç vardır. Bu çalışmalardan, insanın ruh ve beden bağının bilinmeyen yönlerine ilişkin yeni bilgiler elde etmek; modern bilim karşısında eksik ya da yanlış dinî anlayışların yeniden ele alınmasına vasıta olmak, evren ve yaratılış hakkında yeni holistik bakış açılarının ortaya konması gibi birçok yarar sağlanabilir. Söz konusu ettiğimiz bu araştırmaların, diğer bilim dalları arasında özel bir önemi olacaktır. Parapsikoloji üzerine çalışmanın yararını yüzyıl öncesinden farkedebilen ülkeler, insan bilgisine ilişkin önemli bulgular elde etmişlerdir.

Bu bilgilerin fazla ortaya saçılmaması da doğaldır. Çünkü çağımıza göre ileri ve üstün bilgileri elden ülkeler, daha fazla para ve iktidar için elbette bunları tüm açıklığıyla paylaşmayacaklardır. Mesela, araştırma faaliyetlerine büyük yatırımlar yapmış ülkeler, “moleküler biyoloji” kapsamında olan biyonanoteknoloji, insan genetiği, tutuklanmış (immobilize edilmiş) hücre ve enzim sistemleri, yönlendirilmiş evrim, mikrobiyal ekoloji, enzim biyoteknolojisi (ilaç, gıda, tarım, vb), bakteri ve maya genetiği gibi konularda ulaştıkları bilimsel sonuçların ne kadarını dünya bilim çevreleriyle paylaşmışlardır? Uluslararası bilimsel toplantılar, çoğunlukla bir tiyatro sahnesinden ibarettir. Bilim, elbette insanlığın yararına yapılır, ama insanoğlunun sonsuz ihtirasları yüzünden maalesef paylaşımları gecikir.

Ülkemizde ise, akademik çevrelerin parapsikolojiye körü-körüne karşı çıkışları ve önyargıları, büyücü, falcı, üfürükçü ve cinci hoca gibi insanları sömüren fırsatçılara imkân sağlamaktadır. Ve çoğunlukla da şarlatanlar, konu hakkında fikir beyan etmektedirler. Düşünceleri bulandıran bu tip insanların, dinî inançlara ve toplumlara ne kadar zarar verdikleri ortadadır. Hakikatlerin bilimsel olarak ortaya konulmasındaki yetki ve sorumluluk eğer bilimadamlarına aitse, toplum yararına anlaşılamamasının vebali de yine bilimadamlarına ait olmalıdır.

O halde, bilinmeyen gerçeklikleri kavramak için düşüncelerini sınırlamayan, tarafgirlik ve önyargılardan uzak, genel kabul gören bilimsel hipotezler ışığında açıklanamayan parapsikolojik beşeri yetenekleri, holistik bakış açısıyla inceleyecek, araştıracak bilimadamları aranmaktadır.Sertaç Mehmet Temizel / 18 Mart 2014

www.smtemizel.net Temizel'in kitaplarına buradan ulaşabilirsiniz.

Son Güncelleme: Pazar, 04 Ocak 2015 11:01
 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile